Biz çok normal adamlar değiliz

Biz çok normal adamlar değiliz. Sizin de çok normal olduğunuz söylenemez. Dünyada herkes anormal sanki. Belki de hepimiz normaliz. Yanlış zaman da, yanlış yerde.. Ya kusura bakma insan eline kalem alınca değişik şeyler yazmak istiyor. Ben pek anlamam bu işlerden. Sana o kadar çok mektup yazmayı denedim ki. Bir yerden sonra hep yırttım. Bu sefer üşeniyorum. Heralde sana gönderemeyeceğim için. Daha doğrusu bira içerek yazdığım için utandım heralde. Kim bilir orda hava nasıl. Kim bilir neleri özledin. Biraz salakça olacak ama; burası da çok boktan.
Sanki herkes katil, ya da herkes yalnız. Burdan çok fazla farkımız yok. Aslında var; biz daha geniş alanlarda yürüyüp, daha fazla görüşme hakkına sahibiz. En büyük fark bu heralde. Beni burda ayakta tutan dostlarım. Seni de umarım bişeyler ayakta tutuyordur. Ama eminim benden daha fazla sevenin var. Ben mücadele etmeyi senin kadar bilmiyorum. Biz mücadele edenlerin peşindeyiz, kimi zaman.
Ben senden hoşlandım. Ben çok iyi vakit geçirdim seninle, çok güzelsin. Sana hislerimi nedense en kötü cümlelerle anlatıyorum hep ya. Ya gerçekten sevmeyi bilmiyorum ben ya da ne bilim tuhaf oluyorum.
Dışarı çıktığında bu mektubu sana vermek isterim ama biliyorum utanacağım ve veremeyeceğim. Olsun. Sana yazmasaydım içimde kalırdı. Sen içerde ben dışarda, siz içerde biz dışarda. Ya öyle işte. Yine yazamadım.

BEHZAT Ç.
Hayalet

Kış

yazın bize bir şey olmaz
kışın sevelim birbirimizi

Gürültü

Sustuğum zaman konuşmamı beklemen
anlamaya çalışman
gürültülü gürültülü!
Ellerin havalanıyor
gereksiz
başına gidiyor
yanaklarına sonra
"anlamıyorum" gibi bir şeyler duyuyorum
ne kadar güzel süzülüşler
patırtılar, gıcırtılar!
işaret parmağın diğerlerinden ayrılıyor
sahi beni mi gösteriyor?

Acı Bana Çünkü Böylesi Bir Diz Çöküş Beni Utancımdan Kurtarır

rüya gecenin altında uzanırken sana anlatacağım hikayenin sonunu düşlüyorum.
üzgünüm, ben, sana anlatacak sayfalar karalayamıyorum.
oysa hüzün senin en eski hikayen ve ben bunda çok iyiyim.
ben, seni sevdiğimi söyleyen tümleri cümlelerine ayıramıyorum. ne başında ne de sonunda tarih atamıyorum. korkuyorum ertelemekten, beklemekten, bitmesinden, yarına kalmaktan yarım, bitmiş yada, bilemiyorum.

etimden, yüzümden, nefesimden yaratmış olsaydı Tanrı seni böylesi canım olurdun. canı çekişirdi canımın, canım çekiştirilirdi. asılırdım bir kasabanın gözleri önünde. utanca bulanırdım zafer alkışlarıyla. ne biliyor musun, belki o zaman yazardım sana:
- acı bana!
acı bana çünkü böylesi bir diz çöküş beni utancımdan kurtarır.


DİKENLİ KABURGA - je t'aime moi non plus.

sahiplendiğim yerde bıraktığım saman sarıları var
aşk sahiplenerek yaşanmaz
sahip olmadan aşk meşrulaşmaz

yoldan çıkanlar kaburgama yükleniyor
kaburgam paramparça
parmak uçlarım dikenlerini dışa atıyor

acıyla uyuşan vücudum ruhumun sahipliğinden kurtuluyor ve anlıyorum ki
sahiplenmeden olmuyor


SANIRIM BENİ EN SON GÖRMEDİĞİNDE BEN, SUYUN ALTINDAYDIM - amen omen

başladığımız yerdeyiz.
senin için geldiğim,
kendin için gittiğin yerde.

güzel bir hikaye yazmayacağım.

bir köprüden geçiyorduk ve sen beni ittin. sanırım beni en son görmediğinde ben, suyun altındaydım.

hangisi daha iyi bilemiyorum.

belki seni o köprüde bekliyor olurdum ve sen hızla gelip bana çarpardın. sanırım her şekilde suyun altında nefesini tutmaya çalışan ben olacağım.
o yüzden şimdiden başladım çalışmaya:
derin bir nefes ve 1, 2, 3, 4...

seninle hiçbir şey kolay değil.

http://www.youtube.com/watch?v=3NNj-T4Tqkk

Uzay Heparı

salon serserisi...
hem çok centilmen hem çok elegan hem çok zarif hem çok iyi hem tutkulu...
son şövalyeler yani.
gözyaşları aslında annem der ki hem içini boşaltır içini yıkar insanın hem de bütün maddi manevi mikroplardan arındırırmış öyle söyler, bu tabiki hasretten, hani ne kadar süre görüşemeyeceğimizi bilmiyorum ama, yani en azından görüşürüz diye bir ümidim var. tabiki özlemden dolayı yoksa dediğim gibi hayat böyle bir şey.
bence en çok yapmamız gereken şey de Uzay'ın daha o yaşta becerdiği gibi, hayatı olgunlukla karşılamayı öğrenmek...
olgunlukla efendi gibi karşılamayı öğrenmek.
küçücük yaşında bize bu konuda çok şey öğretti o.


derdi gülüşürdük.

Bu bir emirdir

anlatmak ne kadar zor
gerçekten anlatmak isteyince anlatmak ne kadar da zor
dinlemeni, bilmeni istemeyince anlatmak ne kadar zor
senden yada başkasından değil kaçışlar
günah yazmışlar. günah yazılışlar
kime ne, sana ne, bana ne.
birbirimizin hayatına girdiysek bu durumu kaldırımlaştırmanın manası yok
gerçekten ne olduğunu biliyor musun yoksa bilmemek ve acı çekmek mi önceliğin?
yani merak ediyorum gerçekten
bilmek istedin mi yani sordun mu, gerçekten dinledin mi?
duymak istediklerini, içten içe duyduğunu söylediklerini diyorum, hani onları gerçekten, hani bir şekilde, hani nasılsa artık...
al, bunun gibi
bitir cümleyi hadi
uçan kuşlar, martılar değiliz
istanbul kadar büyük değilim ben
ben, küçük bir sahilim o kadar
fazlasını bekleme
insan gördüğünden fazlasını bilemiyor
hele bir de yanlış görüyorsa

hadi bitir cümleyi

DİLEK


'Şiir çalışan birini rahatsız etmek olmaz'
Dilek hariç
Sen rahatsız etmezsen Şevket yazamazdı ki
Gerçekten şiiri sevmiyor musun?
Şiiri sevmeyen kızlar geldi aklıma
Öyle mutluydular ki
Hangi kemoterapi acılarımızı alır ya da azaltabilir ki?
'Baba' filminde herkes kötüydü
'Beş Şehir' de herkes ölü
Hangisi daha kötü?
 Bu ölümde, bu boğazda senin de payın var

Bir tek dileğim var mutlu öl yeter

Yasin Kara
BEŞ ŞEHİR BEŞ ŞİİR
İzdiham

ŞEVKET VE KEDİ


Şair,
Siz hiç öldünüz mü?


Birer çay söyleyip istila ettiğiniz boğaz
Aşka 'boğaz payı' bırakmak mı istedin?
Ben bilmem. Sen şairsin bilirsin

Çaydan çok bahsedemiyorum
Çünkü artık güven’ime yasak
Çay yasak, sigara yasak, aşk yasak
Doktor şiir okumuyor olmalı
Okusaydı yasaklamazdı değil mi?

İnsanlar şiir okumuyor ki Şevket
Okusalardı bilirlerdi
Aşık sınanmaz
Aşk sınanmaz
Aşığın yarası tütünle sıvanmaz

Gözlerimizi açabilir miyiz?
Trenlere yol vermelisin
Faili aranmıyor mermiyi başına saklayıp gidişinin
Zaten üç şüpheli var
Şevket, kendisi ve kedisi
İp, üçüne de bağlı. Bu, bir ip üçü

Anne, tren neden kırmızı ışıkta geçti?
ve sen hiç şair öldün mü?

Yasin Kara

BEŞ ŞEHİR BEŞ ŞİİR
İzdiham

SI TARD

Paul Eluard, Le Dur Désir de Durer

Nous vivons dans l’oubli de nos métamorphoses.


Seni tanıdığımdan beri bir gemi geçiyor içimden


Hani böyle karanlık bir gecede
bir yokuşu inerken
bir köşeyi dönersin de deniz çıkar ya karşına
sonra o denizde bir gemi belirir şıkır şıkır ışıklarla geçip gider
sen sevinirsin, hiç nedensiz
öyle işte
seni tanıdığımdan beri öyle bir gemi geçiyor içimden


işte 

Her şey biraz Sakaryadır

Hasılata ortak olacak bir tayfa vardı. Kendilerine bir şey diyorlardı- tam hatırlamıyorum. Gönül işleri çok kazandırmaz insana. Ortaklık falan dediysem öyle çok büyük şeyler hayal etmeyin. Üç beş kişiden fazla da değiliz aslında tayfa dediğime de bakmayın.

Soluk aldırmaz bir hava var yine. Uzağına düştün mü birinin yokluğu hissediyorsun da varlık pek hatırlanmıyor. Yani hayal etmek bir boka yaramıyor. Laf benimkisi- neyi anlatıyorum? kime dinletiyorum? Bir kuzgun gibi nerede olduğunu bilmeden ömürlüğüm neredeyse. Gelgelelim birinin ömrü olamadık, birine ömür katamadık.

Yahu ne tasalanması sen keder dediğini yolda mı buldun? Borç falan da yazma sen. Peşin alalım- unuturum, ödeyemem, gurur yaparım sonra. Ulan zaten başımıza ne geldiyse gururlanmaktan geldi. Bak tasalanmadım ama gurur duydum kendimle. İnanmazsın... ama öyle. Kimseye benzemez sandığım kendim, el ayak kafa kol olarak parçacılardaymış da haberim yok. Meğer herkeste varmış benden. İşte o yüzdendir- yüksek ihtimal, ben kendim de olamadım. Yağma yemişiz ruhumuz duymamış. Ha bir ruh kaldı zaten- o da ölünce artık. Nereye gittiği de belli değil ya bir parçacı da ruhumuzu alır herhalde.

İhtimaller üzerine kuruludur her şey
ve hiçbir şey ihtimallerden bir hikaye yazdırmaz
o yüzden çok da önemli değil ne dediğim

her şey biraz Sakarya'dır

Pilli Bebek - Sakarya

POE İLE PAYLAŞAMADIĞIMIZ TEK ŞEY KONYAKTI

dedi ki bana
pınar yapma allasen* murat menteş okuyon, leyla ile mecnun - behzat ç izliyon, onur ünlü seviyon yani bunu mu anlamican
değilse de yakındı
neyse
yatağında uyuyanlar var
bir de toprakta
ve gece bir şölen düzenledi
hepimizi çağırdı
etler yendi şaraplar içildi
benim kafam yeni yeni yetti
değilse de yakındı

TEKİLA KÜTLEMESİ: RÖNTGEN

yani biliyordum. o da biliyordu. yada bilmiyordu. bilmiyorum

yatak odasının ışıkları kapandı. saat 21.00. bu saatte yatmış olamaz. içim bir huzursuz bu gece. sabah açlığı çekiyor gibi midem. ayaklarım şişmiş. bir o kadar da başım. hey allahım, bu gece kapatılmazdı ışıkları odanın.

AÇ O IŞIKLARI!

ne oluyor? gidin gidin beynimden. laf aralarıma sızıyorum. yine ne diyeceğimi unuttum. dur dur bir dakika ışıklar yandı. nasıl heyecanlandım bak. tekila shot yaptım sanırsın. öyle bir kalbim kütledi.

nasıl bir sapıksam artık perdenin ardından attığım bakışlara tekila kütlemesi benzetmesi yapıyorum.
dur ben bunları unutmazsam yazayım. yarın posta kutuna bırakırım. yahu kadına gözetlediğimi mi yazacağım? ne malım ya. hem mal hem sapık. allah belamı versin benim. kapat kapat o ışıkları.

NASIL DAHA DUYGUSAL OLABİLİRDİ :

Yağmur yağar taş üstüne - Özlem Bulut

e be mevlam kulu sevdim seni.

DUYDUM Kİ UNUTMUŞSUN GÖZLERİMİN RENGİNİ




yanıldığımı anladım
hem de öyle anladım ki



Ah Muhsin Ünlü süper bir insandır, ben o kadar değilim
Ah Muhsin Ünlü yolda Ebu Bekir’i görse ‘Es Selamu Aleyküm’ derdi,
ben yolda Ebubekir’i görsem korkudan altıma sıçarım.
Ah Muhsin Ünlü asla yalan söylemez; ben annem beni döverken hiç ağlamadım.
Ben annem beni döverken çok ağladım çünkü annem
gırtlağından hırıltılar çıkarırken nasıl terliyordu, görmeliydiniz.


Ah Muhsin Ünlü, Azrail’i yolda görse selam verirdi;
ben Azrail’i babamın yanında görmüştüm, bir çift laf edebilseydim ona
derdim ki hayatta ben en çok babamı sevdim.


Ah Muhsin Ünlü olsa ona bunları söylesem o bana gülümserdi;
o bana gülümserdi ben ona derdim ki, ‘anam babam ben de isterim yüzümde güller açsın,
fakat şu koca yumru boğazımı düğümlüyor, bir şeyler yapamaz mıyız?’


Ah Muhsin Ünlü orada olsaydı annemin elini tutardı ve derdi ki ‘Kızım bu ne gayret!’
ben orada olsaydım annemin elini tutardım ve derdim ki ‘Anneciğim ölmesen…’


Ben oradaydım annemin elini tuttum ve dedim ki ‘Anneciğim seni ben öldürürüm’;
Annem döndü bana bir baktı o bakışı görmeliydiniz.


Ah Muhsin Ünlü o bakışı görseydi merhametten ağlardı;
ben o bakışı gördüm nefretten çıldıracaktım ama annem elini çekti.


Ne tuhaf, anneler ölürken bile çocuklarının

Anneler ölürken bile çocuklarının gururundan eser bırakmıyor ne tuhaf

Ah Muhsin Ünlü çok şanslı bir insan
annesi öldüğünde o kocaman bir adamdı;
benim annem öldüğünde ben küçücüktüm,
zaten şanslı birisi de değilimdir; kitaplara inanmam.


Annem çoktan öldü bu ayşe kadını o pişirmiş olamaz!

Olamaz dedim annem nefes alıp vermeye devam edince
Verse de ben almam onu, içim ferahlamaz, siz de görseniz
Annem tutsa elimden birlikte geçsek çölü
Nasıl olsa annem de ölü ben de ölü


ALPER CANIGÜZ

BİR HATIR DAHA BİTTİ.

göğsün sıkışır
sıcak basar fazlaca
kulakların tıkanır
boğazın gıcıklanır
midene bir taş oturur
gözlerinde bir dünya fotoğraf
olduğun yerde kalakalırsın
ölecekmiş gibi özlersin

hatırlamak kötü.

http://fizy.com/#s/1gr1q9

NE'ME GEREK.

telaşsız geliyorum.

elim ayağım nasıl sarılıyor.
sanılıyor yaraya tuz gibi.

sus.

benim sana gözlerim sarılıyor.

http://fizy.com/#s/1aitfa

" Ama biz Neşet Ertaş'ı tanımayan nesle aşina değiliz."

SAYURİ


REENKARNASYONA İNANMAMAK BİR ŞEYE İNANMAK KADAR SAÇMA.

http://tr.wikipedia.org/wiki/Reenkarnasyon

ŞİİR.

seviyene göre seviş
seviyeli seviş
sevişin sevgiliyeli
sevişeli seviye

BU NE DÜNYA KARDEŞİM
http://www.youtube.com/watch?v=ekMLF79kI1k

Arslanbek Sultanbekov



BİRİ BENİ ÖLDÜRDÜ

birikmiş kirli çamaşırlar vardı.
yıkadım.
gece olmadan bitirmeliydim işlerimi.
hastalık buraya geldiğinde ben banyoda olmamalıydım.

oynadığım küçük oyunlardan biri yalnızca.
banyoyu saran salgın hastalıktan sürünerek de olsa kaçma savaşımı yazıyorum kafamın içinde.
ne yazık ki kafamın içindeki o sesi anlatmam mümkün değil.
biri durmadan konuşuyor. konuşmasıyla kağıda geçiyor hikaye.

dışarı çıkmak için hazırlanırken pencereden dışarı bakıyorum yağmur yağıyor mu diye.
umarım yağmaz. çünkü o çok sevdiğim topuklu ayakkabılarımı giyemem.
sonra ne mi olur?
şarap içmeye diye çıkar fıçı fıçı bira içer eve geliriz.
ertesi gün akşama kadar rüyalar görürüz.

kaybettiğim bir la notam var, sonra si.
ama beni hep sol arayıp duruyor.
bazen yakınlık hissediyorum ama sadece bu.

akşamüstü sokağa çıkmak öğlen vakti durakta susuz kalmaktan başka oluyor.
daha güzel oluyorsun ve susamıyorsun üstelik.

rüyaların içinde çarpışan arabalar var.
hızlarını hesap edemeyen ben, buradayım.
nedense şeytanın ayrıntıda gizli olduğuna inanacaktım.
az önce homofobik otobüsü kaçırdım.
pudrasız olan herşey gibi bu da çok doğal göründü.

ellerimi yanaklarıma götürdüm.
gözlerim endişe halini aldı.
raptiyeler ayaklarıma batmak için dizildi.
en içli anılar beynin pusularında!

hoşçakalın, gerisi gelmeyecek.
çünkü biri beni öldürdü.

BURN BABY BURN SPELL


Sleeping flame I summonly to your form return
Make the night as bright as day and burn baby burn

Angelique
http://www.youtube.com/watch?v=v5rpAr2R-oc



BEN KENDİMLE NASIL YALNIZ KALABİLİRİM? 1

her zaman buluştuğumuz park değildi. burası başka bir parktı.
randevulaştığımız saati hiç geçirmezdi.
öğleden sonra saat 5'te.
bu sefer, aynı park olmadığı için midir nedir, gecikti.
1 saat bekledim.
8 sigara içtim.
önümde izmaritler birikmişti. son 3 tanesini ileri fırlattım.
3. yarım saatte artık sinirlenmeye başlamıştım.
meraklanmadım.
sinirlendim.


- mutfakta!, dedi.
irkildim.
(son yazdığım kelime 'sinirlendim'di. bir an için aynı şeyi hissettim:
kız gelecek miydi acaba? ölecek miydi yada?
belki küfür eder? yok yok, temiz bir tokat.)

- mutfakta dedim!
(niye tokat olmasın?)
açıkçası mutfakta olanın ne olduğunu bilmiyordum.
- ne mutfakta?
- çakmağın.
- çakmağım?
- ya çakmağını sordun ya. iyi misin sen?
- çakmağım, evet.
sanırım sigara içmek istemiştim.
(tokat atsa iyi olabilir aslında)

az kalsın düşüyordum. terliğin ucu hep aynı köşede halıya takılıyor. bir kez ayağım burkulmuştu. 1 ay yürüyemedim.

masaya oturdum.
sigaramı mutfaktan aldığım çakmakla yaktım.
(parkta bekleyen kadın mı olsa diyordum ki o sırada...)

kapı çaldı.
- kapıya bak!
kalktım,
- kim o?
ses yok. 2. defa çalmayınca yanlış bastılar diye düşündüm. salona döndüm.

sol taraftaki duvar sallanıyor gibiydi. çamaşır makinesini bizim salonun sol tarafına yaslamışlar. bu, tuhaf bir farkındalık yaratıyor.

birkaç saat sonra açık olan pencerelerden yemek kokuları geldi. akşam vakti kendini böyle hissettirir. bir de öğlenleri olur bu.

kokuların hangi yemeklere ait olduğunu anlamaya çalıştığım sırada telefonuma mesaj geldi:
'hey yarın buluşuyor muyuz?'
ne yapsam, çıksam mı diye düşündüm ama yine tokat geldi aklıma.
(atsın bir tokat, heyecanlı olur)

yazamamaktan sıkılıp kalktım masadan.
arkamda, panoda asılı fotoğrafların önünde dikildim. iğneyle tutturmuştum, gevşeyenleri düzelttim.

bir sürü ses beynimde.
tam 1 saat böyle gürültülü, böyle kalabalık.
ben kendimle nasıl yalnız kalabilirim soru işareti.
(yine de bir tokat herkese iyi gelebilir)