Öteki yalnızlık


Okan Bayülgen'in programını izlerken bu gece hatırlatılanlardan biri de bu Ağıt şiiriydi

Hissedebilmek o kadar önem teşkil edermiş ki "yalnızlık" bile herkes tarafından paylaşılır hale gelmiş ve bu beni ötekileştirmiş (!)

Ne denir ki susup
susayarak
okuyalım dinleyelim içelim

" pure " aksan

Brian Molko ...

Brian, güçlü erkek anlamına geliyormuş
Molko, eski latincede kraliçe demekmiş


Helena Berg'den bir oğlu var; Helena'nın asya gözleri de beğenisindeki ketum duyguları yansıtıyor bana göre.


Brian biseksüel olduğunu reddetmiyor; Cody'nin babası olduğunuda ...

Without You Im Nothing Albümü

Pure Morning
Brick Shithouse
You Don't Care About Us
Ask For Answers
Without You I'm Nothing
Allergic (To Thoughts of Mother Earth)
The Crawl
Every You Every Me
My Sweet Prince
Summer's Gone
Scared of Girls
Burger Queen
Evil Dildo" (Hidden Track)


Sleeping With Ghosts Albümü

Bulletproof Cupid
English Summer Rain
This Picture
Sleeping with Ghosts
The Bitter End
Something Rotten
Plasticine
Special Needs
I'll Be Yours
Second Sight
Protect Me From What I Want
Centrefolds



Once More With Feeling Albümü

36 Degrees
Teenage Angst
Nancy Boy
Bruise Pristine
Pure Morning
You Don't Care About Us
Every You Every Me
Without You I'm Nothing
Taste in Men
Slave to the Wage
Special K
Black-Eyed
The Bitter End
This Picture
Special Needs
English Summer Rain
Protège-Moi
I Do
Twenty Years

Cruel Intentions filminde" Every You Every Me " parçaları kullanılmıştır ki Placebo tanıtımı için ideal de bir filmdir hani :)

Todd Hayes'ın glam rock temalı filmi Velvet Goldmine'da Flaming Creatures adında bir grubu canlandırmışlar fakat henüz izlemedim.


yukarıdaki 3 albümde yeralan parçalar benim için değerlidir, hangisi olsa dinlenir ama burada " ne me quitte pas " diyor Jacques Brel'den :)

ne diyelim pure morning ve pure aksan :)

Düffels Möll / Starting with S

Düffels Möll ( 1997 ) Erik Vesselo

Starting with S ( 2006 ) Giancarlo Norese

isimleri mevcut artık. bunların izlenmesini tavsiye ederim.

özellikle olana' farklı ve aynı' bakmak isteyenler için ideal.

bazı şeylerin illa bir devinim içermesi lüzumsuzdur. zaten gözlerinin ardında ve düşüncelerinin arasında olan bir nesneyi, bir hayali bilemiyorum (?) kendine yakın bir aynılıkla ve diğerlerinden ayırdedici bir farklılık içinde bulmak tatmin duygusunu pekiştirir. insan kendini yalnız hisseder ve bu yalnızlık kalabalık bir güven toprağına sürünmüştür.

mecmua karıştırmak, söz bulmaya çalışmak ve etkilenip etkileme dürtüsünü yakalamak zordur.
bazen de böyle kolay.


don't break your back if you ever see this
don't answer that
in a bullet-prove vest
with the windows all closed


beni de onları da çok umursama demenin hali.

Bas Jan Ader

Çok konuşmaya lüzum yok burada.
Gençlik yılları olsun, eğitimi olsun, vay efendim anneciği nereliymiş değinmeyecek ve asıl mevzuya geleceğim

Başarılı ve biraz aklının karışık -kaldı ki kimin değil
böylesi karışıklığı olan yok (benim üzüntüm bundandır zira)- olduğu su götürmez ve getirmez.


Neyse ben zaten yaşadığım mateme bakarım
2. kez olmayacak dediğim şeylerin 7. kez'ine maruz kalırım
Hal bu olunca yönüm biraz değişir


" Very long sailing " demiş yolculuğuna, 60 yada 90 gün sonra dönme planları varmış

İşte burası mühim:
Denize açıldıktan 6 ay sonra İrlanda kıyılarında teknesi bulunmuş

Bas Jan Ader böyle ölmemiş olsaydı 
evet onu daha az sevecektim


     Elbette biz öpüşmeyip ağladığımız için 
ne süper kahramanlar 
ne gizem dolu insan-kahramanlar 
yitirdik

iyi oldu öldün

sobelersen sobelenirsin mi şimdi ??

1 .. 2 .. 3 .. 4 .. 5 .. 678910 !!!!

herkes saklandı mı ??

biri gitmiş apartmanın siyah-kahverengi pas renginde kapısının ardında diz çökmüş, başı yerde bekliyor soluk soluğa,

biri balkon altına girmiş, kısa kolonun yanına doğru ilişmiş, - acaba göbeğim çıkıyormu ? - kazağım çok renkli belli oluyor mu kırmızı mavi yeşil beyaz diye korkuyor, sürekli kıpırdanıyor daha iyi görünmemek için,

biri koşmuş gitmiş 18 merdiven çıkmış evine saklanmış,

önüm arkam sağım' solum' saklanmayan ebe !!!

                                                  
                                   Ray Lamontagne dinleyerek düşünelim

eyvallah ebe olalım da tuhaf bir panik var. o kahkaha o heyecan o çığlıklar, kavgalar, ağlamalar, tokatlaşmalar ve hatta iktirme ve kaktırmalar mahallenin saklambaç ruhuna bir fatiha isterler şimdi. tüm yakınlar (!) ellerinizi birleştirip hemen bir yere dönün ve yumun gözlerinizi, tam 10'a kadar okuyun fatihanızı.

yine dönüp bakıp daha iyisi olabilirdi denir. gece yattığın zaman kalk bi aklına düşende' de artık gelenleri kaçırma!

bak dikkatini çekerim: -herşeyin' fındıklısı, sütlüsü, bademlisi, fıstıklısı, ballısı, bilmem nelisi var ki bununda olabilir.

her ne ise şimdi herkes saklandığı yerden çıksın çünkü oynayacağımız daha çok oyun var ...

nuit noire diyelim bu faslı geçelim

kitaplara gitti elim ama geldi sonra. neyi düşünmek istediğimden emin değildim. içim kaldırmıyor kendi sığlığımı. fakir edebiyatı benimki. saygı duyulmayan bir istek. laf arası geçmiş bir tren; kimse susmamış ve bağırarak konuşmuş.

çerçeveler ilgimi çekmiyor ve fotoğraflarda öyle. sıkılmış bir meyvenin içilmeyen suyu oldum.

cüzdanımda tek bir zar taşırdım. şimdi cüzdan kullanmıyorum ve zar nerede bilmiyorum. bu durumda hangisi değerli oluyor benim için; cüzdan mı yoksa zar mı ??

tüm bu düşünceler yine gelmişken Marguerite Duras'nın "yazmak" ı geliyor hatırıma. şöyle diyor :

" istediğimi istediğim kadar söyleyeyim, insanın neden yazdığını ve nasıl olup da yazmadığını hiç bulamayacağım. "

yalnızlıktan bahsediyor; aslında içindeki direnç yüklü ve aşk dolu  kadın, kalem tutan parmaklarının bile yalnız olmadığı anlardaki yalnızlığını anlatıyor yazarak. yazmanın yalnızlık getirdiğini, öyle olması gerektiğini belki de söylüyor.

beslenme çantanda yazmak için mutsuzluk varsa - satırlarda adın geçmiyor - adın geçiyor kehanetleri nokta koymayı zorlaştırır. mutluluk varsa zor olan imkansızlaşır.

Ahmet Hamdi Tanpınar, Anadoluyu dolaşmak ve yazmak isteyen bir dostuna şöyle demiş :

 " sen tek başına bir realitesin, bu realiteyi bize anlat. yaşadığın saati, duyduğun günü, her gün içini parçalayan sızıları ve her akşam sana yaşamak aşkını veren ümitleri anlat, ayrıldığın yüzler, gördüğün manzaralar… hasret ve gurbetlerin bize yeter, çünkü biz biliyoruz, senin benliğinde bütün bir türk iklimi, bütün bir türk cemiyeti, hatta bunların arasında bütün bir insanlık var, onları konuştur, yani kendini konuştur. söyleyeceğin yalan bile bizim için bir kıymettir. elverir ki, güzel yazasın. "


her vakit böylesi memnun olamıyor insan yaptığından ettiğinden fakat kulak arkası etmeden altını çizmek, sayfa aralarına bir küçük kağıt parçası bırakmak gerek. yani bence.


   buna bi isim koyalım: " l'amant " :)

günaydın


sabahları da sek ve sert bir kahve eşliğinde iyi giden bu şarkı, güneşli havaları pek sevmez. onu dinlediğimiz bir mutfak masası başında biz, ya perdelerimizi kapatırız ya da güneşe bakıp ağlarız.

ozzy'nin sesi bi içlidir burda of of . bırakıp da giden sevgili - dön artık yada - öl artık !

sizede günaydın :)

zor

kaç kişiyi gördük, kaç kişiyi gömdük ,
sonu gelir mi sonların ? bilemedim hiç ...
bir kırıklık bir iç burkulması;
mutlu şarkılardan sıkılmak.
seni dilemek
sana bilenmek
her boşluğa taşları yığmak, soluğuna direnmek
bunları yapmak ki zor ...
hepsi zor !

1 içsen 2 içsek

yüreğinin ardında, ışıklarda kaybederler yüzünü; kaybederler parmaklarını sesinde ...

evini yakar ışıklar. akan göz yaşları yatağını basar; bir yanarsın, bir söner ...

hurdaya çıkmış çakmakların, çekmeceleri doldurur; herşey bir yer bulur ve o kadar benzer ki yer bulamayışına özüne; saklayışına sözünü.

herşey bir tarafa,
bir içsen iki içsek sen ve ben ... mazi olmasa ve bu kadar makamsız olmasa duygularım; baksana hepsi bertaraf ...

premier flirt



vanessa paradis

en français, s'il vous plaît :(



hemen ardından serge reggiani " le pont mirabeau " der ise uyuyamazsın

FIRTINA "bırak dağınık kalsın"

harika değirmenci, 1975 türkiye güzeli. 1976'da " aşk dediğin laf değildir " filminde tarık akan'la kamera karşısındaydı. 1977'de ise ki benim favorim, " fırtına " filminde kadir inanır ile baş rolleri paylaştı.

" fırtına " film müziği buyurun


" fırtına " filminin son sahnesinde bir sofra hazırlama hali vardır ki harika hanım'ın - e işte kadın gibi kadın! dediğim olmuştur. ama değil midir şuna bir baksanıza!

bir an'lar için

... kaldı ki içeriden dışarıya, dışarıdan içeriye adım atmak güçtür.
yeni olan heyecanlıdır; fakat güven derecesi ısıtmaz her vakit.
bitince oyun, bir perde iner ve gözlerin kararır;
sen sofia'nın duvarlarını yıkarken birer birer, benim kahvaltı masama sıcak ekmek getiriyordu genç bir adam.


ayakta beklerken bir tramvay durağında, senin fısıltın çalınır kulaklarıma.
ikinci tramvay hakkıma rıza verdiğim vakitler olur.
düş efendileri sofralarına kurulur.
bahçelerde sümbüller, güller, anılar yetişir.


kırıldığım vakit, hemen önümden senin yüzün geçer.
ismin geçer önümden, kokun geçer kaldırımdan.
aklımdan geçer ellerin, gönlümden geçer gözlerin.


bir sahilde, seni içerken dalgalar alsa derim senin geçtiğin yerlerimi..
kalmasın sonra bana tek bir parçam..


bir an olur yanımdan bir adam geçer
o zaman bir bir katlarım gömleklerini, pantolonlarını;
senin, benim yanımda yerin varmış gibi.

öyle yakın olursun o bir an için,,
böylesi uzakken...

http://www.youtube.com/watch?v=8UWz8px5S30

paris at night

Trois allumettes une à une allumées dans la nuit
La premiére pour voir ton visage tout entier
La seconde pour voir tes yeux
La dernière pour voir ta bouche
Et l'obscuritè tout entière pour me rappeler tout cela
En te serrant dans mes bras


Üç kibrit çaktım karanlıkta arka arkaya
Birincisi yüzünü görmek için toptan
İkincisi gözlerini görmek için
Üçüncüsü ağzını görmek için
Sonra kararttım dünyayı
Hatırlamak için bütün bunları
Kollarımda sıkarak seni


Jacques Prévert

"mutluyum ben, sen varsın çünkü
sen şu kapıdan giriverince herşey bitiyor işte
saray oluyor tek göz oda
neden bunu düşündün? aksini mi bekledin benden?
olmayacak mı sandın, başaramayacak mıyız?
yapacağız mehmet .. bak nasıl güzelleşecek herşey göreceksin
benim yerim burası, senin yanın
sen benim hem ailem hem vatanımsın artık"

"yağmur çiseliyor"


"yağmur çiseliyor.
serez çarşısı dilsiz,
serez çarşısı kör.
havada konuşmamanın, görmemenin kahrolasi hüznü
ve serez çarşısı kapatmış elleriyle yüzünü"

o da olmadı

- vaktin var mı biraz?
+ noldu?
- bir şey olmadı .. sadece sana çok ihtiyacım var
allah allah diye içimi coşturasım, of of çekip yüreğimi daraltasım; ne belâsı çekilir, ne ondan vazgeçilir diye bağırasım, masalara vurasım gelir...


uşşak makamından bir kadeh benim de içesim var
bu şarkının sözlerini ezberleyip birini arayıp hepsini diyesim var.
yani diyesim var da bu şarkı sıkıcı ve uzun bir bulaşık yıkama yolculuğunda "animal instinct"den sonraki en iyi yatıştırıcıdır.


ve yine nostaljidir, yine.
bazen saçmalıyorum; onu sen, ötekini ben yapıyorum falan.



a ama çok fark var aslında; "merhaba'yı" tam diyememek ve "hoşçakal'ı" söyleyemeyecek olmak gibi.

"birdenbire"

her sey birdenbire oldu.

birdenbire vurdu gün isigi yere;

gökyüzü birdenbire oldu;

mavi birdenbire.

her sey birdenbire oldu;

birdenbire tütmeye basladi duman topraktan;

filiz birdenbire oldu, tomurcuk birdenbire.

yemis birdenbire oldu.

birdenbire,

birdenbire;

her sey birdenbire oldu.

kiz birdenbire, oglan birdenbire;

yollar, kirlar, kediler, insanlar...

ask birdenbire oldu,

sevinç birdenbire

Orhan Veli Kanık

çok istemek, beklemek ve o'na yaklaşmak birdenbire

itiraf


evet, itiraf etmek istemek hep...
sarhoşken, mutluyken itiraf etmek istemek; vazgeçilenleri...

mektup

kapıda duruşunu, elini başına koymuş duvara yaslanmış halini hatırladım birden.
bana bakarken yakalamıştım gözlerini. gözlerinin değişi ilk defa benim gözlerime...
parmaklarım önümde duran fincana nasıl sarılmıştı, karşımda birşeyler anlatıyordu arkadaşım, hay aksi ne çalıyordu o anda? hatırlayamıyorum.

küçüktüm, herşey nasıl da gösterişli ve dünya nasıl zalim ve bir o kadar da pembeydi benim savaşım için.

yüzüme vurdun, çarptın herşeyi; neler yaptım, nasıl kaçtım, neden kaldım, neden yanıyordu bu ışıklar, neden soğuktu hava?

insanların dans edişleri, yalanları, kahkahaları, evlerimiz, bize ait olmayan hikayeler, çocuk parkları, tren garları, yollar, arka sokaklar ve tüm çıkmazlarımız yaşamaktan korktuğumuz, bir cesaret içtiğimiz şişeler, satın aldığımız vücutlar, kalpler, yüzler, beyazla biter ve edepsiz düş yığınlarıyla örtülür.

bir mezar yaparsın kendine, yağmur yağdırırsın toprağa gözlerinden.
yalan olur unutulur, sanki yaşanmadı hiçbirşey. acıttık, kanattık ve ben büyüdüm. anladım seni, hatalarımı, acizliğimi, yok oluşumu, su olup akamayışımı anladım.

bir mektup olsam şimdi sana, yeter mi sanıyorsun kelimelerim? anlatılanlar yeter mi tüm anılara, tüm yaşanmışlığa, tüm duygulara? kaldı ki kayıp anlatılamaz, yazamazsın kaybı, mutluluk gibi değildir hüzün, anlatamazsın ve acır kalbin, yutkunursun, susarsın.

maalesef yanlış zamanlama. tüm yanlışlar orada ve hep kayıp kalacak. hep yakıp acıtacak beni.

"benimle yan"

geri gelecek misin günahın neyse onu bilelim
sevebilecek misin nefret gibi beni
yoksa orda kal bebeğim
belki de sana göre değilim
sen girdin hayatıma çarparken
oralarda burdaki kalbimdi kanayan
vazgeçtim aklımdan eşimden dostumdan
ama heder oldum sancımla















hüzünlerini de al yanına ne olacak
yanacaksan benimle yan
benimle yan
çok mu şaşırırsın cehenneme kar yağdırsam
benimle yan
benimle yan
hüzünlerini de al yanına ne olacak
yanacaksan benimle yan
benimle yan
ölüm gelir acıtır seni yeniden doğduğun an

"12 yıldır Onno'nun kirasını ödüyor "

"Sezen Aksu, stüdyosunu 12 yıl önce kaybettiği büyük aşkı Onno Tunç'un evine taşıdı. Aksu o tarihten beri Tunç'un ev kirasını ödüyormuş ..
Yıllar önce Onno Tunç ile büyük aşk yaşayan Sezen Aksu, Kanlıca'daki stüdyosunu, Onno Tunç'un Levent'te oturduğu eve taşıdı. 1996 yılında kendi kullandığı uçağın düşmesi sonucu hayatını kaybeden Onno Tunç'un o tarihten beri ev kirasını ödeyen Aksu, dostlarına "Biz orada çok şarkı yazdık. Bundan sonra şarkılarımda, Onno'nun hisleri de olacak" diyor.


Yeni albümünü burada hazırlayan Sezen Aksu, Onno Tunç'un ruhunun da kendisini yalnız bırakmadığına inanıyor. Aksu, son albümüne Onno Tunç için yazdığı 'Yol Arkadaşım' şarkısını koymuştu."
Sabah - Günaydın

yazı, sezen-aksu.blogspot.com' dan alınmıştır.


serge

Interviewer: Do you think Gainsbourg could seduce you?


Laetitia Casta: Young, no doubt. You know, in my modeling career I have seen the most beautiful men on earth and they are not the ones who attract me. It is the personality of a person, his character. That said, I am someone who seeks the long term. I am faithful. And Gainsbourg, I think, was hellish to live.

gidiş dönüş

Gelmemi beklediğin o gece,
gelmek istedim...

Tüm eşyalarım kırmızı bavulumda. Arkamda sürükledim kırmızıyı, aşkımı bir yandan, aşkım da kırmızı..

(tuhaftır bir bu renk değişmez, mavi diyemem ki aşka)

Ardımızda bırakamıyoruz bazen hayatı, başka bir hayata doğru olsa bile yol...
Ne kadar umursamaz ve cesaretli görünsem de ardımda bırakamayacağım insanlar var.

Yinede birlikte ağladığım, güldüğüm, bir hayatı yaşadığım, yaşadığımı hayal ettiğim, aşık olduğum adam, duy beni!

Seninle olmasını dilediğim her düş benimle ve bir yere gitmek zorunda değil, 
biraz baş ağrısı yaptığı doğru belki, fakat seni sevmek böyle işte.

kapalı

izninizle, dışarı çıkmam gerek.

kapalı alanlarda sigara içilmediğinden beri klostrofobim var.



ve bazı şarkılar vardır ki sigara içmeden dinleyemezsin

şu saniye

ben makyajımı yaparken, arkamda durup sevdiğin bir filmi anlatabilirsin bana, heyecanla. benim her fırça darbemde yüzüme, sen heyecanını zikredersin kelimelerinle. yüreğine yüreğime darp edersin. kimbilir hangi sevmediğim sahnenin yabancısı olurum o anlarda, nasıl yabancı sana, yalanlarına...

bir yangın çıkar başka bir sokakta. gitmek istediğim tüm şehirler yanar kül olur o sokakta. sen benim bilmediğim bir evin duvarına yaslanmış başka bir kadına anlatırken bulursun kendini, filmi, hayatı...

burada, bu küçük şehirde herkes konuşur senden başka. tanışmak istediğim insanlar sen bakar bana.

doğruları, yanlışları yaşarsın. benim suretim dışında herkesin sureti makyajını yapmış durur karşında...
sen bir yalan daha olursun. hata olursun. suçlarsın. hataların da seni hapseder.

şu saniye olmalar yok mu!! şu saniye sen, şu saniye biz olmalar...


şule ve uygar benim hala aklımda...

uygar : "harika hissediyorum kendimi, çünkü gözlerinde ayışığını gördüm"

"sevgilim ben geldim desen"

yorgun eller ve yorgun gözlerle ne kadar olursa o kadar kalacaklar, söylenecekler ve bitecek yaşanmışlıklar.

küçük bir oda.. ne şaşırtıcıdır ki kokusu burnumda hala, içeri girdiğimde duyduğum sıcak güven duygusuysa ne kadar yakın bir an için, halbuki uzakta, kayıp etmişim...

beni karşılayan bir pencere var. sonrasında olacak olan gibi değil, insanlar var ardında bu pencerenin. bir tepenin yarısı görünüyor. pervazına bırakılmış kahve fincanları var. küçük bir oda olmasına rağmen çok sayıda küllük var etrafta. vanilya kokulu tütsüler pencerenin hemen altında yerde duruyor. çağ dışında kalmanın güzelliğini hala gösteriyor cd çantası, yere saçılmış kapakları albümlerin...
elbette televizyon yok. ne olup bitiyorsa etraftan öğreniliyor. beklenilenin aksine gazeteye benzer alınan tek şey dergilerdi. kahvenin çok sık bittiği ve kahve parasının çoğu kez tedarik edilemediği vakitlerdi.
sigara çok sevilirdi, öyleki sigara almak için birkaç kilometre kar üstünde yürünürdü.
yemekler salata ve haşlamalardan ibaretti.
ana merdiven yerine arka merdivenler tercihti.

tam anlamıyla sıcacık bir dışlanma isteğiydi.

geceler korkutmazdı, gülerek uyunurdu, gerçi mutsuz olsanda korkutmazdı.

şimdinin var etme çabası ozaman daha kuvvetliydi, fakat vazgeçmeler daha kolaydı, vazgeçmeler ve gitmeler anlamlıydı ve evet, daha kolaydı...

"merhamet tanrım, merhamet gözyaşlarıma"


bazen öyle gidesim, terkedesim geliyor; bazense öyle gelesim, bulasım, arayasım ...

sakin

bu müthiş bir şey...
kıyılarıma sertçe çarpışın, uğultun, saçlarımı yalayışı rüzgarının, muazzam bir his... sarılmak gibi sana. hissetmek gibi seni, sımsıkı ve sıcak...

geldiğin gün çay içecek kadar yatıştırılmış değil benim duygularım.
şişeleri devirmeli tüm gülücük ve gözyaşları. o gece yada gün, sen karanlık ve dalgalı, sahilde yok et beni, var edemediğini...

geç saat kırığı

Ve bu hayattan umduğunu
buldun mu, her şeye rağmen?
Buldum.
Ne ummuştun?
Umduğum kendime sevilmiş denmesiydi,
Kendimi sevilmiş hissetmekti yeryüzünde

Raymond Carver

bir başkasını sev

seni sadece yazabiliyorum. sana olan ne varsa içimde, öylece kelime biriktiriyorum. nedeni yok bunun...

ah düşünmüyor muyum sanıyorsun yada düşünüyorum, ama neden?

çok tanıdık bu duygu. acı dolu. gözlerim doluyor anlamsız, kimse görmesin diye saklıyorum. bir de sigaram yokken aklıma gelişin yok mu, seni düşünüp çekemeyişim içime, kahrediyor bu ve bunun gibi bir sürü şey..

sanıyorum bu yazılanlardan da utanacağım yarın. saçma gelecek, anlamsız gelecek, ama birşey değişmiyor sabahları, ne biliyor musun? sen... sen değişmiyorsun. birkaç zamandır bu böyle. rüyalarımda sen, şarkılarda sen, kağıtlarımda,  yastığımda, dilimde, çayımda, zeytin tanelerinde ve ne tuhaftır kalbimde...

şaşırmanı isterdim, bilmeni bunları. bir şeyi daha istiyorum ki bu çok kanatacak, böyle birşeyler yazmanı birine, bir kadına. sev. senden duymak nasıl oluyormuş bileyim. bir başkasını sev, beni nasıl severdin, ben öyle bileyim..

nergis

en çok nergis severim. özlerim kokusunu. yolda kadınlar satardı, yağmur yemiş solmaya yüz tutmuş hallerini. kaç para olursa olsun alırdım. annem de sevdiğimi bilir rast geldiği vakit alır koyardı mutfak masasının üstüne. bu sene kaçırdık mevsimini.

yani nasıl desem... nergis alır mısın bana? sen al, biri alsın diye değil ve bil, çiçeklerden en çok nergisi severim.


bende şarkıdaki gibi hani "bin kalbim olsa sana hepsini vereceğim"...

dört mevsim

Kalmasın takatin
Beklemekten seninde
Geleceğim diyordun
Dört mevsimin birinde
Özlerim diyordun
Mektubunun ilkinde
Perişan ediyorsun
Kendini de, beni de
Kendimi unuturdum
Bakınca gözlerine
Başımı koyardım
Yumuşak dizlerine
Herkesten sakınırım
Mektupların elimde
Geleceğim diyordun
Dört mevsimin birinde

neden nostaljiyi bu kadar çok sevmeye başladınız anlamıyorum. bırakın bana. çekilin rica ederim. neyse bunu da dinleyelim.

                                                           

baba!!!


"yalvarırım hakim bey amca nolur bizi ayırma!!"

canım kardeşim

kahraman çok istiyordu televizyonları olsun. kahraman çok da hastaydı üstelik. ama yoksulluğun gözü olsunda çıksın, nerdeee alamıyorlardı bir televizyon.


ölümü kimse haketmez. ama kardeşler hiç haketmez..

biryerlerde denk gelmeyeyim yine hıçkırarak ağlarım..
zeki müren söylemişti, bir vakit dinlemiştim de hala kulaklarımda durur:

sevgimizin aşkımızın üstünden
sene geçti,mevsim geçti,ay geçti
rüyamızın hülyamızın üstünden
yağmur geçti,dolu geçti,kar geçti

ne birleştik ne ayrıldık biz senle
kış geçti,bahar geçti,yaz geçti
bu aşkın bu sevdanın üstünden
hayat geçti,ömür geçti,yaş geçti

bazı insanlar kendi hikayelerini yazarlar, bazı insanlar başkaları için hikaye yazarlar, bazı insanlar da hikayeyi yazdırırlar.


"buna 20 yıl gözün gibi bakmışsın, yine bak olur mu?"

gördün mü bak!

"NASIL DA eğleniyorum" DEDİĞİM ZAMANLAR SANA BAKIP ağlıyordum. sen gözlerini kapamış kendine içleniyordun. bazen aralıyordun gözlerini, hoş gözlerin de sarhoş, oysa ben bir tek onlara inanırım... ama dur bir dakika, ben de senden başkasına sarhoştum, öyle değil mi?
başka biri olmak istiyorum. isimler seçiyorum "yarın" geliyor ve sıklıyor "dün" ismim benim. bırak öylece kalsın demek büyümek mi yoksa değişmek mi? sorular geliyor ve bir onların bu ziyaretleri değişmiyor hayatta. bazıları cevapları değiştiriyor, bazıları yanıtlamak istemiyor artık. bugün zeynep olsam ya da mehmet olsan sen, bana fiona diye seslense bir kış tepesinde adam.

bir aşkın olsa, aşkının bir kadını, o kadın ben olsam..

yanıltsan beni. ansızın olsan. öylece olsan. kokunu bilsem.

Cemal Süreya demiş ya:

Biliyorum sana giden yollar kapalı
Üstelik sen de hiç bir zaman sevmedin beni
Ne kadar yakından ve arada uçurum;
İnsanlar, evler, aramızda duvarlar gibi
Uyandım uyandım, hep seni düşündüm
Yalnız seni, yalnız senin gözlerini
Sen Bayan Nihayet, sen ölümüm kalımım
Ben artık adam olmam bu derde düşeli
Şimdilerde bir köpek gibi koşuyorum ordan oraya
Yoksa gururlu bir kişiyim aslında, inan ki
Anımsamıyorum yarı dolu bir bardaktan su içtiğimi
Ve içim götürmez kenarından kesilmiş ekmeği
Kaç kez sana uzaktan baktım 5.45 vapurunda;
Hangi şarkıyı duysam, bizimçin söylenmiş sanki
Tek yanlı aşk kişiyi nasıl aptallaştırıyor
Nasıl unutmuşum senin bir başkasını sevdiğini
Çocukça ve seni üzen girişimlerim oldu;
Bağışla bir daha tekrarlanmaz hiçbiri
Rastlaşmamak için elimden geleni yaparım
Bu böyle pek de kolay değil gerçi…
Alışırım seni yalnız düşlerde okşamaya;
Bunun verdiği mutluluk da az değil ki
Çıkar giderim bu kentten daha olmazsa,
Sensizliğin bir adı olur, bir anlamı olur belki
İnan belli etmem, seni hiç rahatsız etmem,
Son isteğimi de söyleyebilirim şimdi:
Bir geceyarısı yazıyorum bu mektubu
Yalvarırım onu okuma çarşamba günleri


Kalp Ağrısı adında bir dizi vardı, ben sevmiştim.

"-gitme zamanı mı geldi?"
"+e biraz daraldım"

bir insan yaşadı : Edgar Allan Poe

Hayata nasıl başladığı umrumda bile değil. Ölümü beni cezbeden çünkü ölümü Edgar'ın herşeyi gibi gizemli. büyük ihtimalle ki bu benim hayalimin ölümüne bir ihtimaldir, çok temiz öldü: biraz bulanık ve alkollü bir düşle uyuyakaldı.
isimsiz şiiri aşkın onun haline göresi, aşık da olur olunur, hem aşırı duygularla hem de hiç aldırış etmeden:
              
               Sevilmek mi?-öyleyse bırakma yüreğini
               Şimdiki yolundan ayrılmaya.
               Olduğun herşeyken şimdi,
               Olmadığın şey olma.
               Böylece kibarlığın, lütfun,
               Aşkın güzelliğin,
               sonsuz bir övgü konusu olacak yeryüzünde,
               ve aşk-basit bir görev...

Edgar bir de hikayeler anlatır, zamana erişmek ne mümkün kaldı ki Edgar almayabilirdi zamanına, bir ihtimal kelimelerini sever, hayal gücünü ve sen içebiliyorsan şarabı, diyelim ki alır böylelikle seni.

bu bir alıntıdır hikayesi Eleonora'dan:

              ...Rengârenk Otlar Vadisi'ne ateşli bir vecd hali, bir nefes gibi yayıldı. Her şey değişmişti. Eskiden çiçeksiz olan ağaçlarda şimdi yıldız şeklinde tuhaf, parlak çiçekler açıyordu. O yeşil halının rengi parlaklaşmıştı. O beyaz papatyalar birer birer solduğunda yerlerini onlarca yakut kırmızısı zambak alıyordu. Yürüdüğümüz yollardan hayat fışkırıyordu. İlk kez gördüğümüz flamingolar diğer şen parlak kuşlarla birlikte bize kızıl tüylerini sergiliyordu...

en çok şu hoşuma gidiyor: zambaklar alıyor papatyaların yerini. halbuki Edgar, papatyaları tanımaz kimilerine göre ve diyebilirler ki aldı yerlerini zaten zambaklar. yine bir düşün masumiyetini ve kaybedişini ve korkusuyla aşkın, kana bulayan ellerini. tam bir şenlik ya da katliam.

dövme her ne kadar erkeklere yakışsa da bu söz çok yakışmış bayan Wood :)

                "All that we see or seem
                Is but a dream within a dream"


bu kadar Edgar bahsi yapılmışken şöyle bir manzaraya bakıp kağıtların üzerine bir şarap bir kahve dökmek niyetindeyim. bunun için de bir emlakçıdan ziyade hayal gücüme ve bir zaman makinesine ihtiyacım olduğu aşikar.

kahve, sigara, bir de önünde oturduğun pencere

Cake - Long Time

kırmızı beyaz mavi sarı

iki vücut. üzerindeki çamuru temizlemeye çalışan fırçanın kıllarına yapışmış rezillik. Uzun bir otel koridorunda oturup talihsizliğime ağladığım zamanlar bunlar.

beyaz kadife

oda renkli. bir perdeyi aralıyorum ve renklere adım atıyorum. dikkat çekmek için şatafatın içinde masum rolü oynamak yeterli. hiç beyaz kadife istedin mi? beyaz kadife bir elbise, havlu gibi, iğrenç! fotoğrafın birine bakıp hikayeler anlatabilirim. tek bir fotoğrafa üç noktalık hikayeler... fransızca birşeyler söylerim, birkaç söz, sevdiğim filmlerden.. şehvet, açlık, dedikodu, vahşilik, narsistlik, karanlık.. sonra kalkar dans ederiz.

An Education- "Sur le quais du vieux Paris"

uzay kader phedre

Phedre trajedyası için şöyle denilmiş bir yerde "...Phedre korkunç tutkuların yiyip kemirdiği, kimliğindeki değişimleri dehşetle izleyen, ruhsal düşüklüğünün ve acı kaderinin öldürücü bir şekilde bilincine varan bir kimsedir. Suçluluğunu kabul eder, büyük bir titizlikle inceler kendini. Kafası aydınlıktır, karanlık olan kaderidir..." farkına varmak önemli. peki neyin farkına varmak? bu sorunun tek cevabı var: "kendinin farkına varmak." kimsin nesin önce bunu bilmeli. sonrası detay, sonrası uzay. kötü duygularını iyileştiremezsin, sadece şekil verirsin onlara, kötülükleri daha iyi yaşamak için, evet sen zaten onlarla varsın, seni rahatsız eden şey biçimleri olmalı. kaybedişleri, patlamaları, ayrılıkları, ölümleri yaşarsın. ama düzeltmek istediğin ne varsa sana ve uzaya dair sakin ol, düzeltemezsin. başa dönemezsin. saçlarını salarsın, saçların kirlenir ve ne yazıkki saçlarını yıkamak için su yoktur, bir gün at kuyruğu yaparsın, bir gün topuz yaparsın sonra bir gün de şapka takarsın ama en son gün saçlarını bitler yer. uzayın kaderindir. sana getirdiklerinden kaçamazsan ölürsün.

kahvaltıda buluşmak seninle

kahvaltıda buluşabilirdik.
kimbilir belki bir gece arkadaşlarımla oturduğum yere girerdin kapıdan.
ah ne yazık oldu.
kayıp zamanlama bizimkisi.
sen içeri giriyorsun ve ben kaldırıma adımımı atmışım bile.
bu giz, çok geç kalmış bir masal, ızdırap veren bir kader.
ellerin bir kez olsun dokunur muydu yüzüme bilemem.
oysa ne tuhaf gözlerimi kapattığımda sen hep yanımdasın.
sadece kokunu bilmiyorum.
uzaklığın tek kötü tarafı bu, yoksa seni sevmek o kadar güzel ki.