yere bakan

ayaklarının altına al
 ez geç
her gün aynı yoldan geç
 ez geç
nasıl olsa aynaları kırdık
 utanmaz aynaları yüzümüzden sakladık

kanma

29 merdiven basamağını aştı kuvvetsizce
nefesi rüzgardan hızlıydı
bir şişe şarap çoktan kandı
 - kandım mı?
laf hepsi, baştan başlamak isteyip sıkıldığım laf hepsi !
şimdi ne hoştur aldanmak ...

bugün

her zaman iyi olmaz
- bugün biraz kötüyüm
her zaman düzenli olmaz
- bugün biraz dağınığım
her zaman sadık olmaz
- bugün seni aldattım
her zaman istediğin olmaz
- bugün sen'im
her zaman ayık olmaz
- bugün dibine kadar kafam güzel
her zaman olmaz
- bugün yokum

bugün hiçim
sana gülebiliyorsam
  merhametliyim
sana kızıyorsam
  insan

fakat bazen hiç bir şeyden emin değilim
herşey böyle kırılgan bir ağızdan çıkmadı öyle değil mi sevdiğim ?

taşların yerlerini birlikte unutmamışmıydık ?
ah tüm o sarhoş günleri, gözyaşlarını nasıl anlatırım böylesi ve " pardon " diyerek sana ?


bir anı canlandığında olmasını istediğin hayalin görüntüsüne bir köprü kurar aklın, kalbin de senden başkasına anlattırmaz o an'ı.
Ingrıd: bunu bir daha yapma Astrid.

Astrid: neyi yapmayayım?

Ingrid: sana biraz bile ilgi gösteren birine yalnız olduğun için bağlanma. yalnızlık en temel insani durumdur. kimse o boşluğu dolduramaz.

Beyaz Zakkum filminden...

" kendimi zorlasam bile beceremediğim ‘yalanı’ hep reddetmişsem, bu, yalnızlığı hiç kabul edemeyişimdendir.. ama şimdi, yalnızlığı da kabul etmek gerekiyor "

Albert Camus
" kim bilir belki bu kadar sevmezdik birbirimizi
uzaktan seyredemeseydik ruhunu birbirimizin.
kim bilir felek ayırmasaydı bizi birbirimizden
belki bu kadar yakın olmazdık birbirimize "

Nazım Hikmet Ran
yüz verme bana arsızımdır bak

  kaçıp gidersin yüzün kalmaz sonra

sus ve git

+ zamanın akmamasıyla ilgili değil sorun.
_ ne peki ?

(senden sıkıldım!)

+ yok birşey ...

cam buğularının her yerine adını yazdım
seyretmek okumaktan daha zevkli tabii.
üç kağıtçılar hazır canlanmışı var öyle değil mi ? hiç zorlama hayalin gücünü.
 
seyirde seçicilik var ama.
garip.

can kim ?

birkaç defa tokat atsan kendine ne derler sana zannediyorsun ? umrunda mı buna can sıkıntısı ?

bırak gitsin can istediği yere, içelim bitsin çok karakterli.

sus olsun

çıplaklık bir laciverte bir de beyaza yakışıyor.
    ikisi de ölüm gibi gelir ve öyle de gider.

kağıttan yaptığın şey ile övündüğün vakit bir makas gelir keser ve fakat sana söyleyecek sözlerim ki unutsam yenilenir, her gün daimi ...
lal etmek beni, ellerimi kesmek sonra belki ayaklarımı, sırf sana ulaşmasın diye söyleyeceklerim ..
    korkma ben hepsinden önce susarım.

...
 
- peki sessizlik nasıl şimdi ? daha mı rahatsız edici ?

perukçu

bu akşam durağın birinde beklerken akşamın orta vakitleri, tam karşımda duran 2 katlı binaya baktım.

kafatasını andıran birşey'e peruk takmışlar.
    gözlerinde yeşil ışıklar parlıyordu, dudakları kırmızı kırmızı yanıp sönüyordu.

 - perukçu, dedim kendi kendime.

iki deniz arasındayken bir kara parçası çok cezbedici olabilir.
bazen.

aa şuna bak !

sonsuz bir mutsuzluk hali arada sizden çok daha fazla gülmemin nedeni !

vazgeçtim

erişilmez bir hüznü, söz geçirmez bir kırgınlığı vardı ...

hangi gecenin vaadini verebilirdim o'na, hangi sözü verebilirdim
  - tutamayacağımı bile bile ...

yinede sevmek istiyorum o'nu !

hangi duygu geçirmez kalbine erişebilir dudaklarım !

gecesini nasıl yok eder güneşlerim
gecesine yapışmış hangi aşkını silerim ?

ahlaksız masumiyet

masumiyet, o'na bakarken düşündüğün pis şeylerdir; o'na düşündürdüğün pis şeylerdir.
temiz şeyler olunca heyecan kayboldu diye bağırdığın şeylerdir.
dolayısıyla devamlı suret ile pislik olsak bile masumuz.

narsist olmak çok seksi. bazen.


sana bakarken kendimden geçmiş gibi görünüyorum,
  öyle mi ??

sana bakarken ben ..
  yüzün ... dudakların, gözlerin, güzeller !

ama kendimi görüyorum bir an ve sonra art arda görüyorum
  yoksa sana senden etkilenmiş gibi mi bakıyorum ?

yastığın altında kalmış elim


hissetmiyorsan asla yapma.
 
bir başkasında gördükten sonra da boynumu sola doğru yatırıp kaşlarımı ve beynimi sarsıp kalbimi dışlamaya yönelip "keşke" dememiş olmam dileğiyle ...

bıraktıklarım seni acıtıyor şimdi
komik olan ne biliyor musun bıraktıklarımı hatırlamıyorum
sadece yollar hatırımda; sana gelirken ezip geçtiğim, hani göremediğim yollar ...


wuthering heights geldi aklıma.

tek fark benim catherine olmayışım gibi gelir izlerken.

heathcliff isminden nefret ederim !

saati 7'ye kur

yakası yukarı kalkmış mavi-beyaz gömlekli kadın digital kitaplardan bahsederken adam, çok sıkılmış görünüyordu.
    ne kadar romantik diye düşündüm...
gömlekli kadın sevişse nolur sevişmese !

özür dilerim

" özür dilerim " ile başladığı vakit ne de iç gıcıklayıcı ne de rahatsız edici bir ışıltısı var sözlerinin !

gözlerine baktığımda dudaklarının hareketleri buğulanınca sesine odak olamıyor kulaklarım

özür dilerim ...
sonrasında duymak, tüm konuşmaların için aldatıcı ve riyakar; çünkü alıp götürüyor tüm çabanı, kelimelerini
başında duymaksa sonrasının hazırlığına küfür gibi

bilemedim o nedenledir ki hangisi iyi ?

tallarico'dan başladı geldi



Bebe Buell ve Steven Tyler'ın kızı Liv Tyler.
babasının Steven olduğunu 10'lu yaşlarında öğrenmiş.


annesine benzeme olasılığı yüksek tutulmalıysa bile babasına benzemesi ve masal gibi güzel olması aşikar.


idol bir görselliği var Liv'in.
Liv, hayat anlamına geliyormuş.

ayrıca hayatta yemek yapmayı ve giyinmeyi bile heyecanlı bulan kaç kişiyiz yahu ??

ayrıca ne vakit Liv anımsansa Alicia Silverstone es geçilmemeli ki aerosmith sadece Steven demek değil değil mi ? :)
zira Alicia, aerosmith videolarını ilah; videolar onu ilahe yapmıştır ;)


Adam Sandler'ın sevgili halleri nasıldı sormak isterdim ! :)


aerosmith cryin' ve Alicia


crazy videosu unutulmaz. 
bazı kadınlar vardır onlar da unutulmaz.
her vakit ağırbaş makbul olan değildir ve arada çılgınlık iyidir.
e bazen de baki ;) 

zarifçe al ilaçlarını

sahneye çıkan kibirin ve uzun kulaklarınla çok güzelsin bu akşam
munis kollarımın ardına savurduğun bakışlarını böyle boşa harcama
zira masanın başında oturmana rağmen sadece masa masadan ibaret zan kılar kendini

çıkar çekmecelerin sakladıklarını
öylesi ortalıktasınki neredeyse kimsenin farkedemeyeceği kadar yoksun

zarifçe al şimdi ilaçlarını,
kulların olduğunu düşün; kulu olduğunu bir ateşin suya aşıkken

atıp gülümseyip başlıyor ya ondan işte


başka bi dünya olsaydı eğer seni sarardım sımsıkı ve korurdum seni tehlikelerden

kelimelerim az benim sadece sana;

sevgim aşırı

tesadüf yok aslında düşüncede

dün gece bir ölüm üzerine yazılı düşündüm:
giriş cümleleri, sahneleri belki, kimin canını acıtır ki sonunu bilmeden hikayenin?
“sondu” demek daha önem verdirmez mi her şeye?
hiçbir yok’ oluş nedensiz değilse bile nedenini öğrenmemiş olmak daha’ unutulmaz kılar ölümü.
ismini bilmediği tanımadığı her şeyden korkar insan ve bu nedenle içten içe sever; sırf korktuğu ve bilmediği için ...

şuan Mehmet Eroğlu'nun Zamanın Manzarası adlı kitabından şöyle bir alıntıya rast geldim. şöyle satırlanmış kitapta :

" Mücevher takmamıştı ama gözleri vardı ... "
2001 Ocağında, geride onlarca ölü bırakan o kanlı olayların* ardından, aşk acısı çeken kırık kalbimi uzunca bir süre içkiyle oyaladıktan sonra nihayet kararlı bir yazma isteği edindiğimde, çizgili bir deftere geçirdiğim ilk cümlenin bu olmadığını itiraf etmeliyim.
"Benim kadar acı çekmedikçe Tanrı'ya inanmamı beklemeyin benden..."
Anlatacaklarım, 'mücevher', 'gözler' gibi ışıltılı sözcükler yerine, böyle açık bir meydan okumayla başlıyordu. Bu iddialı, saldırgan giriş cümlesini sonradan, ancak -beğenisini esirgemeyen-, hoşgörülü bir okurun hayal gücünü kışkırtabilecek bir imgeyle değiştirmemin nedenini, sanırım şu soru açıklıyor: 'Bir hikâyeyi hüzünlü kılan en belirleyici unsur nedir? Konu, kahramanların karakter özellikleri, ilerledikçe olay örgüsünde fark edeceğimiz, kendini yavaş yavaş ele veren ince bir duyarlılık, dramatik ya da trajik unsurların varlığı?' Doğru cevap, bunların hiçbiri olmalı; çünkü bir hikâyeyi hüzünlü kılan şey yalnızca -tekrarlıyorum; yalnızca- sonudur...

(kitaptan)



" benim kadar acı çekmedikçe tanrı'ya inanmamı beklemeyin benden " demiş Mehmet Eroğlu

beyaz

bu ne hız ey zaman !
  durman şimdi kime yarar neye zarar ?
beni biri arasa bana temsilen;
  kız çocuğumu getirse bu kırmızı kadife kirlenmiş evime ...

 
iyi ki beyaz

bana öyle geldin - ilk notadan geri dönelim

adımımı attığımda ilk kez,
- kış mevsimini yaşıyordu şehir...
alabildiğine beyaz zannediyorsanız,
- öyle değildi...

bir mahallenin delikanlısı,
bir apartmanın yalnız şairiydin
- yada bana mı öyle geldin ?

 
şimdi bu şarkıyla demek istedim ne bileyim..

kitapçıda elime pembe kapaklı eski 45'likler kitabı geçti.
araladım sayfalarını, rüzgar yaparak parmaklarımla ve sonra birkaç kelime ve fotoğraf ilişti gözüme. ilişip ilişebilen de o kadardı cezbime.

kitabı olmuyormuş bu duygunun.
yok dedim, ben bu keşfin icracısı olamam,
ilk notadan geri dönelim !

pina bausch


" r " harfinin eksikliğini hissetmek nedir bilir misiniz ?

bilmezsiniz.

Sevgi Soysal - Tante Rosa

" Biz unutmak için, kaçmak için soyunanlardandık, kaçmak için. Oysa hatırlamak için soyunulur, hatırlamak için, yüzyıllardan beri unutulanları hatırlamak için, yeniden başlamaya gücü olmak için, seçim yapmak için, seçim yapabilecek açıklığa kavuşabilmek için. Hayır demek için, evet demek için, başkaldırmak için, yakıp yıkmak için, barış için soyunulur, soyunulur. Tante Rosa daha birkez olsun bunlar için soyunmadı, bunlar için soyunulabildiğini düşünmedi, görmedi, bilmedi. Tante Rosa bütün kadınca bilmeyişlerin tek adıdır. "

birhan keskin - öteki

Ama siz yükseleceksiniz hep bembeyaz,
Onlar aşağıda siyah kalacak.
Sizin başınız bulutlarda dursun onlar balçıkta bacak.
Siz tatlı rüyalarınızı görün, onlar kalkıp sıçrayacak.
Kavunun kabuğuna bıçağı indirin siz, onlar kaçışacak.
Genişleyin siz merkezde onlar kenarda daralacak!

Onlar seyrek bir fotoğrafta uzağa bakanlar.
Onlar bir ömür taşlara su tutanlar.
Onlar bir hatırada donmuş duranlar.
Onlar bu dünyada yanmış da külde uyuyanlar.

Siz nasıl da menekşe gözlüsünüz onlarsa hep aç gözlü!
Ah siz ölümsüzsünüz dünya üstünde, onlar ölümlü.
Ve siz nasıl da güzel kokuyorsunuz, insanın hası
Onlar kenarda kirliler; onlar atık, onlar sası.

Ah siz,  nasıl da ‘siz’siniz buram buram, onlar avam.
Bu cahilin, yoksulun, barbarın ışık neyine, onlar ziyan!

Siz ‘it was very amazing’ derken ‘and fun’
Onlar özür dileyenlerdi ağacın ruhundan.

Balkonunuz çok yüksek sizin baş döndürüyor.
Dünya pek alçak bir yer olacak yakında öyle görünüyor.

ölüler susunca sor

ölülere sorular soruyorum
daimi bir mezar taşı kimliği taşıyor çevrede dolaşanlar

niye bu suskun hava ?
yoksa sorular mı yanlış ?

kim olurdu soruları ayıran doğru yada yanlış; ölüler mi yaşayanlar mı ??

taste ın man


bir noel olamayız müslüman sevişlerimizde. yine de kanına kardeş yapabiliyorsun benim kanımı. zaman geçtikçe bir otel odası oluyorsun; kapattığım kapısını açık bulduğum. bir adamı sevişin gibi dostane, bir kadını aldatışın gibi ruhani varlığım. adımların izmaritleri eziyor. benden önce girdiğin bir odada seni dışarda buluyorum.

kendini yemek bu olsa gerek

kolumu ısırıp bir et kopardım kendimden bu hangi bileşimden ötürü ?

zihnim kendi kendini yerken ben kendi tadıma niçin bakamam ?

hiç ruj kullanmadım .

güneşli pazartesi

bir ispanya filmleri dedi aklım, bir de baktım pazartesiler güneşliymiş !

Güneşli Pazartesiler ( Los lunes al sol )
başrolde Javier Badem var

aman tanrım (!) işte çalışıyoruz mutluyuz ve her pazartesi sebepsiz bir mutluluk kaplar içimizi. bu durum annemizin sırtımızı sıvazladığı, parayı hiç düşünmeyip bilyeden kafalara sahip günlerde de böyleydi; içmeden duramayıp ayık kafa arandığımız, çarpık kentleştiğimiz vücutlara hak aradığımız, yemekleri ardımızda bıraktığımız günlerde de böyle !

oh ne güzel hayatımız var: tone sur tone baby !

ay ölelim mi ???

muhatap

kendi soruşturmamı yapıyorum. kimi er gelmiş hislerimi inziva tarafına alıyorum.

tuhaf bir kibir havası var mütevazı ağzında. seninle tanıştığımız yer yoksa altın bulduğumuz mağaramıydı ?
eğer öyleyse sen öylesineydin !
tenzih ettim seni hadi ben öyleydim. nerde tanıştıysak ondan ötesine gidemeyiz ondan bu sözlerim.

mesela desem vereceğim bir örnek yok !
hasta düşüncelerimin yatağı ol ve bir onların muhatabı ...

istop

bazen seyahatlerim olur benim ...
çorbayı karıştırırken dalar gözlerim; burcu'nun attığı topu tutup "istop" dediğimi hatırlarım ...

wicked game


canım istedi uzun zaman sonra.

David Lynch Blue Velvet ( Mavi Kadife ) filmi için teklif götürmüş ve fakat kendisi kabul etmemiştir.
filmin isminden ötürü bir çekim hissederim de o nedenden dolayı üzülürüm.

her ne ise şimdi filmlerde yer almadığını kim söyledi (?) ısaak, Babanın Metresi ( Married to the Mob ) ve Kuzuların Sessizliği'nde (The Silence of the Lambs ) rol almış.

yinede ısaak denilince akla bu video ve bir zamanların unutulmaz güzelliği ( ki ben hala öyledir derim ) Helena Christensen gelir. 1968 doğumlu Helena beni de büyülemiştir, büyülemektedir an itibariyle.


ha (!) baby did a bad bad thing zaten sonrasında izleyeceğim diğer video olacaktır ki otel odasında çekilmiş bu video, otel odaları, koridorları ve hikayelerine düşkün iştahımı perçinler. o nedenle tehlikelidir ama eğlencelidir.
eğlenceli olan tehlikeli olabilir ayrıca ( "ama" gereksiz geldiyse )

yalnız

anılar yazıları siler, yazılar anıları bitirir ...
bir göz kırpışında açlığım belirir sevgiye, yalnızlığa hasret olur hasretlerim

kuş yuvası

bir mezar ol bana araya duvar örmediğim, ölmekten korkmadığım bir mezar ol bana
beyaz bir mezar ol renkli camların ardında
kuş yuvalarına saklansın o çok yüreklerin
denizin fırtınadaki hadsiz dalgaları gibi vur; vur yüzüme, ağaçların şiir okuduğu kulaklarıma değsin dudakların

sarıldığın gibi sarılmasın kolların, sarmamış olsa da ilk kez omzumu kollar

birbirine asla değemeyecek olan dudaklar mı canımı yakan? sana olan mesafeler mi?
olmaz demek istemem; olur olmazlar mı ?
hani ile başlayan ama canımı yakamayan yaşamayadığımız anılar mı istediğim?
farketmez dediğim seçim özrüm mü?
bir bavul durmamalı akılda, hazırlanmamalı aşk gitmeye.
senle içtiğim her yudum bir zehir boğazıma, akmaya kıyamayan yol yapar etimde.
unut tüm insanlığı, dostluğu, başkasını ve gel!
bana sadece sen gel...
bir isminle, çıplak olduğun gibi darmadağın saçmasapan aşık gel!
sarıldığın gibi sarılmasın kolların, sarmamamış olsada ilk kez omzumu kollar
sana olan bağım, senden uzakta, yakınıma gelsen ölürüz hissi verenden
yakınıma gelsen değsen bana bir kez, tek bir dokunuşla ölmekten korkar şu aciz varlığım...

sarkastik meyil türkçesi

tekabül edilen ne olursa olsun türkçe olanının bu denli havalı olmayacağı kanısına vardığım " sarkastik " meyiller burada mevcut değil. yok. bitti.

üstüne çizilen ahlak sınırlarının dikişleri attı.

4 yöntemi kendimin

oturduğum yerde yine bir hatırlama özlemi belirdi. aldım kitabı elime ve açtım sayfaları. şöyle demiş berke vardar descartes yöntemi ile ilgili bölümde :

" düşünüyorum, öyleyse varım ". çünkü şüphe etmek düşünmek, düşünmek ise varolmak demektir. bu şüphe edilemeyecek, aklın apaçık bir şekilde görebileceği bir gerçektir. düşünür buradan hareketle ikinci gerçeğe varır : vücut ve ruhun ayrılığı. ( ki belirtmek isterim bizzat pınar bu ayrılık kavramı mühimdir. öyle ayrı olmalı yada hissediyorum demeler yetmez ) vücut uzam ( étendue ), ruh ise düşünceyle gösterir kendini ona göre... üçüncü gerçek : doğal olarak ruhtan gelen bazı kavramların varlığıdır. sonsuzluk kavramı gibi. doğal ve evrensel olan bu kavram dışımızdaki bir gerçeğin yankısıdır. bu gerçek de tanrı'dır. ( dördüncü gerçek )

yani 'şüphe', 'çözümleme', 'bireşim' ve yine vardar'ın sözleriyle 'hiç bir şeyin unutulmadığından emin olmak için eksiksiz bir sayım yapmak, incelenen konuyu tekrar tekrar gözden geçirmek' kuralları.

olanı kurallarla anlatmak basit olan aslında. kimsenin -kabullenmese bile çıt' çıkaramayacağı savunmalar bunlar.
4 kuralı olsam kendimin, olamamki ...
felsefenin üstünde olamam altında da kalamam; ona uzak yada yakın mesafelerim de olmaz.
sana bana indirgenmiş bir pastoral senfoni de değil hayatlarımız. ( çözüme ulaşan bir mantık hatası misal )
- hepimiz insanız hatalarımız olur' deyince aklıma gelen meylere kahırlanmalar borçlarım olsun.
sana edeceğim yeminlerin karşısında boş bir bilgi edinme deneyimi bu karalamalar ve hatırlamalar.
bilelim okuyalım ama gece oluverir sarhoş edersek gönülleri kim anlatır bana benim 4 yöntemimi ?

sorma neden

delirdiğim, hoyrata sermaye vakitlerime akşamlar ziyan perdelerini örttü.
kazanlarda kaynadı gözyaşlarım; ağıtlar yakıldı sana ateşime.

tadını senin, teninin, bir yürek çantası yaptım, boynuma astım.
yaralıyım, uzatma başını omzuma, taşıyamaz halim.

nefesin kalır bir an nefesimde can gelir gözlerime.
uyanırım seninle bir akşam güldüğüm o vakte ...

sezen aksu - sensizim

Ben gene sana vurgunum


Seneler sürer her günüm
Yalnız gitmekten yorgunum
Zannetme sana dargınım
Ben gene sana vurgunum

Başkalarına gülsem de
Senden uzak kalsam da
Sevmediğini bilsem de
Ben gene sana vurgunum

İtilmiş tekmelenmişim
Doğduğum günde yanmışım
Yalnız sana güvenmişim
Ben gene sana vurgunum

Nükhet Duru - Ben gene sana vurgunum
Korhan Futacı ve Kara Orkestra - Ben gene sana vurgunum


günah diye sayıklayışım kabahatleri

uçurum mu aklında olan ? hangi bilinç seni bu denli bir acımasızlığa sürüklüyor ?
farkına vararak yaşayamamaktır senin el çizgilerin.
tüm fal maceraların mecmuaların yalanladıklarıdır.
kibir sahibi olduğundan beri aramayışın güzelliği,
sana sabahlayan sabahları gecelerle aldatışın,
günah diye sayıklayışındır kabahatlerini ...

suçluluk hissediyorum sana karşı bana karşı ve bize ...
kimi suçlayacağımı, nasıl kaçabileceğimi ayırt edemiyorum diğer kaçış ve suçlamalardan !
hangisi bize yakışır, hangisi bize yakışmamalı aslında ?
lütuf erdiği vakit bir hıçkırıkla son bulur kalkıp gidişlerimiz;
oturur ardımız sıra bakakalırız ...

içtenlikle çılgınca derinden


bir zaman gelir seni daha az seversem
içtenlikle çılgınca ve derinden yarala beni
çünkü sana içtenlikle çılgınca ve derinden olacak herşeyim

savage garden dinleyip bu şarkıyla söz vermedik mi yani ?
ben verdim!

masumiyet zehri


rüzgarda uçan bir poşete bile anlam yükleyen kalp daha çok acı çekecektir
bu yüzden çok da masum olmamak içte, biraz zehri alır bence

mélanie pain - la cigarette


acı demek ne demek efendim
isimler aslını yaşatırlar öyle değil mi ?
asıl olan ne olur orası meçhul olan zaten
ne olur cette cigarette bıraksın ellerimi
fakat sen oluyorsun benim kalbimi bırakan
bakıyorum da bir bırakan sen oluyorsun

baktık bitti

poşet sahnesi özgün bir fikir değilmiş gibi.
fakat hakkını vermek gerekiyor çünkü bu hissiyatı' isimlendirip kullanmak en iyi hatırlatma ve farkındalık ayrıcalığı bana göre.


e hadi ama hanginiz rüzgarlı bir havada uçan bir poşeti takip etmediniz ??
etmediyseniz de bizden değilsiniz !

poşete bile anlam yükleyen bir kalp daha çok acı çekecektir; sıradakiler gelsin (!)

mazzy star - fade into you


... I want to hold the hand inside you
I want to take a breath that's true ...

bir yastık istiyorum ve geniş bir yatak ki olmazsa alternatiflerim var; mesela mini bir elbise ve botlarımla uzanıp da sana bakabileceğim yeşil bir alan ...

kaldı ki biz çok saçmayız ve umut doluyuz

hiçbir şeysiz

bencil kürkünü yere bırak ! artık tüm o saçma hakaretler rüzgarla bilmediğin yerlere uçsunlar ! öfke ve kıskançlıkla yoğurduğun yorgunluklar son nefesin olsun !

tüm bunlar olsun.

olsun ki sen daha kibar biri ol ...