tesadüf yok aslında düşüncede

dün gece bir ölüm üzerine yazılı düşündüm:
giriş cümleleri, sahneleri belki, kimin canını acıtır ki sonunu bilmeden hikayenin?
“sondu” demek daha önem verdirmez mi her şeye?
hiçbir yok’ oluş nedensiz değilse bile nedenini öğrenmemiş olmak daha’ unutulmaz kılar ölümü.
ismini bilmediği tanımadığı her şeyden korkar insan ve bu nedenle içten içe sever; sırf korktuğu ve bilmediği için ...

şuan Mehmet Eroğlu'nun Zamanın Manzarası adlı kitabından şöyle bir alıntıya rast geldim. şöyle satırlanmış kitapta :

" Mücevher takmamıştı ama gözleri vardı ... "
2001 Ocağında, geride onlarca ölü bırakan o kanlı olayların* ardından, aşk acısı çeken kırık kalbimi uzunca bir süre içkiyle oyaladıktan sonra nihayet kararlı bir yazma isteği edindiğimde, çizgili bir deftere geçirdiğim ilk cümlenin bu olmadığını itiraf etmeliyim.
"Benim kadar acı çekmedikçe Tanrı'ya inanmamı beklemeyin benden..."
Anlatacaklarım, 'mücevher', 'gözler' gibi ışıltılı sözcükler yerine, böyle açık bir meydan okumayla başlıyordu. Bu iddialı, saldırgan giriş cümlesini sonradan, ancak -beğenisini esirgemeyen-, hoşgörülü bir okurun hayal gücünü kışkırtabilecek bir imgeyle değiştirmemin nedenini, sanırım şu soru açıklıyor: 'Bir hikâyeyi hüzünlü kılan en belirleyici unsur nedir? Konu, kahramanların karakter özellikleri, ilerledikçe olay örgüsünde fark edeceğimiz, kendini yavaş yavaş ele veren ince bir duyarlılık, dramatik ya da trajik unsurların varlığı?' Doğru cevap, bunların hiçbiri olmalı; çünkü bir hikâyeyi hüzünlü kılan şey yalnızca -tekrarlıyorum; yalnızca- sonudur...

(kitaptan)



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.