nuit noire diyelim bu faslı geçelim

kitaplara gitti elim ama geldi sonra. neyi düşünmek istediğimden emin değildim. içim kaldırmıyor kendi sığlığımı. fakir edebiyatı benimki. saygı duyulmayan bir istek. laf arası geçmiş bir tren; kimse susmamış ve bağırarak konuşmuş.

çerçeveler ilgimi çekmiyor ve fotoğraflarda öyle. sıkılmış bir meyvenin içilmeyen suyu oldum.

cüzdanımda tek bir zar taşırdım. şimdi cüzdan kullanmıyorum ve zar nerede bilmiyorum. bu durumda hangisi değerli oluyor benim için; cüzdan mı yoksa zar mı ??

tüm bu düşünceler yine gelmişken Marguerite Duras'nın "yazmak" ı geliyor hatırıma. şöyle diyor :

" istediğimi istediğim kadar söyleyeyim, insanın neden yazdığını ve nasıl olup da yazmadığını hiç bulamayacağım. "

yalnızlıktan bahsediyor; aslında içindeki direnç yüklü ve aşk dolu  kadın, kalem tutan parmaklarının bile yalnız olmadığı anlardaki yalnızlığını anlatıyor yazarak. yazmanın yalnızlık getirdiğini, öyle olması gerektiğini belki de söylüyor.

beslenme çantanda yazmak için mutsuzluk varsa - satırlarda adın geçmiyor - adın geçiyor kehanetleri nokta koymayı zorlaştırır. mutluluk varsa zor olan imkansızlaşır.

Ahmet Hamdi Tanpınar, Anadoluyu dolaşmak ve yazmak isteyen bir dostuna şöyle demiş :

 " sen tek başına bir realitesin, bu realiteyi bize anlat. yaşadığın saati, duyduğun günü, her gün içini parçalayan sızıları ve her akşam sana yaşamak aşkını veren ümitleri anlat, ayrıldığın yüzler, gördüğün manzaralar… hasret ve gurbetlerin bize yeter, çünkü biz biliyoruz, senin benliğinde bütün bir türk iklimi, bütün bir türk cemiyeti, hatta bunların arasında bütün bir insanlık var, onları konuştur, yani kendini konuştur. söyleyeceğin yalan bile bizim için bir kıymettir. elverir ki, güzel yazasın. "


her vakit böylesi memnun olamıyor insan yaptığından ettiğinden fakat kulak arkası etmeden altını çizmek, sayfa aralarına bir küçük kağıt parçası bırakmak gerek. yani bence.


   buna bi isim koyalım: " l'amant " :)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.